Hukukun temel ilkelerine ve Anayasaya aykırı olduğunu ısrarla ve defaatle belirttiğimiz sözde “İç Güvenlik” paketi 1 Mayısta acı meyvelerini vermeye başlamıştır. Bu zaten beklenen bir durumdu.
Bununla birlikte ne yazık ki, bu hukuksuzlukların polis uygulamaları ile sınırlı kalmadığı, adliyede savcılıkça da adeta polise nazire yaparcasına sürdürüldüğü, mesleğini icra eden avukata yöneldiği tespit edilmiştir.
Bu arada bugün de (4 Mayıs 2015) polisin adliyedeki avukatlara karşı zor kullanmak suretiyle yeni bir aşamaya gelindiği anlaşılmıştır.
Bu çerçevede önceki gün ve dün, gözaltı süresi dolan bazı şüphelilerin Çağlayan Adliyesine sevki ile birlikte; görevlendirilen tek bir savcının şüphelileri nezarette bekletip bir türlü ifade almaya başlamadığı, avukatlarla görüşmediği, avukatlara yakışıksız şekilde davrandığı, hatta bir meslektaşın üzerine yürüdüğü ve polisçe engellendiği, avukatlarca verilmek istenen dilekçeleri kabul etmeyip almadığı, avukatların görüşmesinin engellenmesi amacıyla koridora barikatlar çekilerek avukatların girişinin engellendiği ve talebe rağmen Baro Yönetim Kurulu üyeleri ile görüşmeyi kabul etmediği tutanaklarla tesbit edilmiştir. Yüzlerce polisin varlığı ile adliye adeta Vatan Caddesindeki Emniyet Müdürlüğüne dönüştürülmüştür. Bu uygulamalar TCK’nun 121.maddesindeki dilekçe hakkının kullanılmasının engellenmesi, 109.maddesindeki hürriyeti tahdit, 265.maddesindeki görevi yaptırmamak için direnme ve 257.maddesindeki görevi kötüye kullanma suçlarını oluşturmaktadır.
Tüm bu hususların iletilmesi için dün Baro Başkanınca aranan Başsavcılığa ulaşılamamış, ilgili savcının telefonu ise bir polis memuru tarafından açılmış, ancak görüşme gerçekleşememiştir.
Yaşananlarla ilgili olarak görevini yapamayan, makamının gerektirdiği şekilde hareket etmeyip keyfi davranan savcı ve diğer ilgililer hakkında, derhal HSYK’ya şikayet ve suç duyurusunda bulunulacaktır. Anlaşılan odur ki, iç güvenlik adı altında getirilen düzenlemelerle yetinilmemiş, kanunda bulunmayan yeni bir yaptırım türü olarak “burun sürtme”, “bezdirme” şeklinde yeni müesseseler devreye sokulmuş, bu çerçevede avukata görevini yaptırmama adına kanunsuz, hukuksuz, ciddiyetsiz ve saygısızca uygulamalar geliştirilmeye başlanılmıştır. Oysa suç işlediği iddia edilen kişilerle ilgili olarak o suçların kanundaki karşılığı bellidir. Soruşturmanın hangi kurallara göre yapılacağı da kanunda gösterilmiş olup kimse - başta savcılar olmak üzere - bu kurallar dışında istediği gibi, keyfi bir şekilde davranamaz.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Çağlayan Adliyesinde iki gündür savcı eliyle yürütülen ve giderek büyük bir birikimin doğmasına yol açan hukuksuzluklar karşısında, avukatların itirazları bugün "polis şiddeti" ile karşılanmış ve 1 Mayıs olaylarının şüphelilerinin müdafii konumunda bulunan avukatlar, polis tarafından zorla adliye dışına çıkarılmıştır.
Hatırlatmak isteriz ki avukatlık bir kamu hizmeti olup avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder (1136 S.K, md.1). Yargı görevi yapan deyiminden, yüksek mahkemeler ve adli, idari ve askeri mahkemeler üye hakimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar anlaşılır (TCK md 6/1-d). Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Görüldüğü gibi avukata mesleğini icrasında yardımcı olunması bir "lütuf" değil kanuni bir zorunluluktur. Aksine davranış mesleğin icrasında kamu görevlisi sayılan avukata görevini yaptırmama suçunu oluşturur ki TCK 265/2.fıkradaki ağırlatıcı sebebi oluşturan bu fiil 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası gerektirmektedir.
Adliyeler, hakim ve savcıların, polislerin istedikleri gibi davranabilecekleri, kanunsuz ve hukuksuz kısıtlamalar getirebilecekleri, keyfi olarak bantlarla koridorları kapatabilecekleri, rahatsızlık duyduklarında avukatları bertaraf edebilecekleri kendilerine ait yerler değildir. Polisin ve bazı savcıların, avukatlara bu şekilde keyfi davranma, görevlerini yapmalarını engelleme gücünü nereden aldıklarını, açıklaması ve irdelemesi gereken kurum Başsavcılık ve HSYK’dır. Siyasilerin açıklamaları üzerine "derhal ve acil" olarak toplanabilen HSYK’nun, adliyede yaşanan bu açık hukuksuzluklarla ilgili olarak ne yapacağı da tarafımızca merakla izlenecektir.
İstanbul Barosu olarak dilimiz hukukun dilidir ve hakim ve savcılarla olan ortak dilimizin de bu olduğuna inanmaktayız. Ancak herkese 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 76 ve 95/4, 97/6 maddeleri kapsamındaki görevlerimizi de hatırlatmayı gerekli görürüz.
Bugün Sayın Başsavcı ile yaptığımız görüşme bu temelde bir ortak arayışı ifade etmektedir. Bizler, gelişen sürecin yaratacağı muhtemel başka olumsuz sonuçların doğumunu engellemenin, sağduyu içinde yapılacak bir dizi çalışma ve geliştirilecek yeni davranış biçimleri ile mümkün olacağına olan inancımızı sürdürmekteyiz. Ancak, bu alandaki etkin başarının da yargı erkinin içine sızan yürütme erki unsurlarının çekilmesi ile mümkün olacağını tesbit ediyoruz.
İstanbul Barosu, içinde bulunduğumuz nazik atmosferde yaratılmaya özen gösterilen provokasyonlara gelmeyecektir. Bütün yargı paydaşlarının da aynı duyarlılık ve sağduyu içinde davranmalarını beklemek de hakkımızdır.
İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI