III. ÇEVRE VE KENT HUKUKU KURULTAYI TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ’NDE GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Tarih: 17.06.2015 | Okunma Sayısı: 1402

III. ÇEVRE VE KENT HUKUKU KURULTAYI TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ’NDE GERÇEKLEŞTİRİLDİ

16.06.2015167

“Çevre ve ceza hukuku” ile “Çevre hakkı ve sivil itaatsizlik” konularının ele alındığı III. Çevre ve Kent Hukuk Kurultayı, 13 Haziran 2015 tarihinde Türkiye Barolar Birliği’nde gerçekleştirildi.

Birinci oturumunda çevre ve ceza hukukunun tartışıldığı kurultayın ikinci oturumunda çevre ve idari nitelikteki cezalar ele alındı. 

Oturumların ardından Avukat Noyan Özkan Çevre ve Ekoloji Mücadelesi Onur Ödülü Töreni gerçekleştirildi. Ödülü, Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan aldı. 

Kurultayın açış konuşmasını yapan Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi, Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Av. Ali Arabacı, kentlerin, ormanların, zeytinliklerin yerli ve yabancı tekeller ve onlarla işbirliği içindeki iktidarlar tarafından yağmalandığını kaydetti. İleri teknolojinin, talan ve yağmanın etkin bir aracı haline dönüştüğünün altını çizen Arabacı, “Bugün için kapitalist mantık, onu koruyan ve şekillendiren hukuk sistemi ve ortaya çıkardığı sonuçlar tartışılmadığı sürece, yıkıcı sonuçlar büyümeye, felaketler çoğalmaya devam edecektir” dedi.

Çevre Kanununda ve Türk Ceza Kanununda var olan cezai müeyyidelerin yetersiz, etkisiz ve caydırıcı olmaktan uzak olduğuna dikkat çeken Arabacı, “Adalet, devletin temeliyse, çevreyi katledenler devletin koruması altında olamaz” şeklinde konuştu.

DOĞA YERLİ VE YABANCI TEKELLER İLE İKTİDARLAR TARAFINDAN YAĞMALANIYOR

Arabacı sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ülkemizde ve dünyada çevre kirliliği, iklim değişikliği, çölleşme, ormansızlaşma, su kıtlığı ve küresel ısınmanın, gezegenimiz için giderek artan bir tehlike oluşturduğu biliniyor.

Bilim insanlarının 2052 yılında sıcaklık artışının 2 derece artacağı, deniz seviyesinin 50 santim yükseleceği, 2100 yılında 7 dereceye ulaşan sıcaklık artışı ile dünyanın büyük felaketler yaşayacağı yollu uyarılar, öngörüler dikkate alınmıyor.

Ülkemizde durum daha da vahimdir; kentler, ormanlar, dağlar, zeytinlikler, tarım alanları, denizler, dereler başta olmak üzere tüm doğa yerli ve yabancı tekeller ve onlarla işbirliği içindeki iktidarlar tarafından yağmalanıyor, yok ediliyor. 

HES’leri ile termik santralleri ile nükleer santralleri ile temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamak hayal oluyor, tüm canlıların doğal yaşam alanları bozuluyor. Hukuksuzluk ise zirve yapıyor.

Kentlerimizdeki yoğun betonlaşmanın da etkisiyle, özellikle gece sıcaklıklarında olmak üzere gözlenen ısınma eğilimleri, kış yağışlarındaki azalmalar ile son yıllarda yaşanan ekstrem sıcaklıklar, şiddetli meteorolojik kuraklıklar, taşkınlar, seller gibi afetler dikkate alındığında Türkiye’nin küresel iklim değişikliğine ve onun olası etkilerine karşı çok duyarlı olduğu söylenebilir. 

Türkiye’nin, iklim değişikliğinden, özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık, erozyon, çölleşme ve bunlara bağlı ekolojik bozulmalar, ısı dalgalarına bağlı ölümler ve vektör kaynaklı hastalıklar gibi olumsuzluklardan etkilenmesi kaçınılmazdır.

Bütün bu olumsuzluklar yaşanırken, uluslararası camianın konuya ilişkin onlarca konferanslar düzenlemesine, bildiriler yayınlamasına, bilimsel raporlar ortaya koymasına ve ulus devletlerin mevzuatlarında yer alan düzenlemelere karşın, bir türlü çevre tahribatının önüne geçilemiyor.

KAPİTALİST DÜZEN VE TEKELCİ SERMAYE DOĞAYI BÜTÜNÜYLE İŞGAL EDİP ONDAN SONUNA KADAR YARARLANMA PEŞİNDEDİR

Ne var ki, neo-liberal politikalar ve küresel sermayenin gücü karşısında ne uluslararası alanda ne de ülkemizde doğa ve çevre katliamcılarına karşı etkili ve caydırıcı bir yaptırım getirilebilmektedir.

Öyle anlaşılıyor ki, kapitalist düzen ve tekelci sermaye doğayı da bütünüyle işgal edip, ondan sonuna kadar yararlanma peşindedir. Ne halkın, ne de onların çocuklarının ve torunlarının başına gelecek felaketler umurlarında bile değildir. 

Kapitalizmin sınırsız, doymak bilmeyen kazanç hırsı, sınırlı kaynaklara sahip çevreyle bağdaşmıyor.

İleri teknoloji ise, ne yazık ki, soygun, talan ve yağmanın etkin bir aracı haline dönüşmüştür. 

Bugün için kapitalist mantık, onu koruyan ve şekillendiren hukuk sistemi ve ortaya çıkardığı sonuçlar tartışılmadığı sürece, yıkıcı sonuçlar büyümeye, felaketler çoğalmaya devam edecektir.

Avrupa’da çevreye ilişkin kabul edilen temel ilkeler; önleyicilik, ihtiyatlılık, kaynağında önleme, kirleten öder, çevreyi diğer politikalarla bütünleştirme, komuta-kontrol ve teşvik et-özendir, beşikten mezara kontrol, yerellik/hizmette halka yakınlıktır. Ama bu ülkelerin bu kuralları yatırım yaptıkları ülkelerde uyguladıkları kuşkuludur.

ÇEVRE KANUNUNDA VE TÜRK CEZA KANUNUNDA VAR OLAN CEZAİ MÜEYYİDELER YETERSİZ VE CAYDIRICI OLMAKTAN UZAKTIR

Ülkemizde de yasal düzenlemeleri gerçekleştirme konusunda çok önemli güçlükler yaşandığı söylenemez; asıl sorun uluslararası sözleşme taahhütlerini, yasaları yaşama geçirme, çevresel politikaları diğer politikalarla uyumlaştırma ve kurumsal kapasiteyi güçlendirme gibi alanlarda ortaya çıkar. 

Söz gelimi. 9. Kalkınma Planında geleceğe dair “çevre vizyonu” şöyle belirlenmiştir:

‘Bugünkü ve gelecek kuşakların temel gereksinimlerinin sağlandığı, yaşam kalitesinin artırıldığı, biyolojik çeşitliliğin korunduğu, doğal kaynakların sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı ile akılcı yönetildiği, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını gözeten politik-yönetsel anlayışın egemen olduğu bir Türkiye.’

Bu planın TBMM’ de kabul tarihi 2007’dir. Bu tarihten itibaren geçen 8 yıllık sürede çevrenin ve doğanın tahribatı iyileşti mi, yoksa daha fazla saldırıya mı uğradı? 
Ya da yürütme organının temsilcileri çevreye ve hukuka daha mı saygılı oldular? Veya çevreye ilişkin mahkeme kararları eksiksiz mi uygulandı?
Bu sorulara olumlu yanıt verme olanağımız yoktur. 

ADALET, DEVLETİN TEMELİYSE, ÇEVREYİ KATLEDENLER DEVLETİN KORUMASI ALTINDA OLAMAZ

Çevre Kanununda ve Türk Ceza Kanununda var olan cezai müeyyidelerse yetersiz, etkisiz ve caydırıcı olmaktan uzaktır. Çoğu olayda uygulanmaz da. Hele, çevreyi bozan, zarar veren yatırımcı ise ona dokunulamaz bile… Zira bu yatırımcı, işini bir şekilde halletmiş, ruhsatını almıştır ve ruhsat mahkeme kararı ile iptal edilmiş olsa bile muhatap sadece idaredir. 

Ruhsatı veren kamu görevlisi ise çoğu kez Memurların Yargılanmasına Dair Yasa uyarınca, yetkili amir tarafından izin verilmediği için yargılanamaz. Son değişiklikten sonra hukuki sorumluluk da söz konusu değildir. Olan, tahrip edilen doğaya, çevreye olmuştur.

Oysa ceza hukukunun temel kuralı, bir suçu birlikte işleyenlerin birlikte cezalandırılmasıdır. Adalet, devletin temeliyse, çevreyi katledenler devletin koruması altında olamaz. 

Şunu açıklıkla ifade etmek gerekir ki, Türkiye’yi yönetenler hiçbir zaman çevrecilerin, bu hakkı kullanmak isteyenlerin yanında olmamış, daima çevreyi, doğayı katledenlerin yanında yer almış, onlarla iş birliği içinde olmuşlardır.

Ne yazık ki, yargı da, yasama da zaman zaman çağdışı bu uygulamanın destekçisi olmuştur. Her iki erk de yürütme organının etkisi altındadır. 

Söz gelimi, tüm dünyada çevre hakkının kullanılmasında daha geniş bir yorum kabul edilirken, Danıştay’ımız bu hakkın kullanılmasını olabildiğince daraltma, kullanılmasını zorlaştırma, idarenin işini kolaylaştırma yanlısıdır.

Yasama organı ise mahkeme kararlarını etkisiz kılacak yasal düzenlemeler yapabilmektedir. Cumhuriyet tarihimizde mahkeme kararlarını uygulamadı diye hiçbir bakan ya da başbakan hakkında ne bir gensoru verilmiştir, ne de bir meclis soruşturması açılmıştır. 

Oysa Montesquieu’nün deyimi ile “hakların güvence altına alınmadığı veya kuvvetler ayrımının kabul edilmediği bir toplumun anayasası yoktur; yargı erkinin yasama ve yürütme erklerinden ayrı olmaması halinde de özgürlük yoktur”. 

Türkiye’de çevre ihlalleri önemli bir sorundur; ama asıl sorun “hukuk devleti” olma sorunudur; ”yargının bağımsızlığı” sorunudur; “yargıcın tarafsızlığı” sorunudur; “hukuk güvenliği” sorunudur, “adil yargılanma hakkı” sorunudur ve “insan hakları” sorunudur.

Bu sorunlar çözülmeden, çevrenin korunması ve hak arama özgürlüğünün kolayca kullanılabileceğini söylemek zordur.”

Fotoğraflar


Fotoğraf 1

Fotoğraf 2

Fotoğraf 3

Fotoğraf 4

Fotoğraf 5

Fotoğraf 6

Fotoğraf 7

Fotoğraf 8

Fotoğraf 9

Fotoğraf 10

Fotoğraf 11

Fotoğraf 12

Fotoğraf 13

Fotoğraf 14

Fotoğraf 15

Fotoğraf 16

Fotoğraf 17

Fotoğraf 18

Fotoğraf 19

Fotoğraf 20

Fotoğraf 21

Fotoğraf 22

Fotoğraf 23

Fotoğraf 24

Fotoğraf 25

Fotoğraf 26

Fotoğraf 27

Fotoğraf 28
23.11.2024
AV. FUNDA ÖZTÜRK ALTUNTAŞ
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.